~~~~~~~~~~~~~~~

16 Kasım 2008

Serzeniş




Uzun zaman oldu satırlar arasında seninle aşina olmayalı… Bu akşam bir garip oldu gönlüm, yine seni düşündüm. Sen gittiğinden beri satır aralarında beni hüzünler kapladı. Her günü neyi beklediğini bilmeyen bir yolcu emsali bekler oldum, kesif sözcükler arasında… 

Bir gün oldu baharlar soldu, döküldü çiçekler… Bir gün oldu gecenin kör vaktinde kahve tadındaki sözcüklerinde, hayalinde konakladım. Bir gün oldu yoklukların boşluğunda sabahladım… Bir gün oldu yüzüne hasret kaldım, yüreğe taş bastım. Ama her vaziyeti ahvalimde sen sol yanımda durdun, düşen yaprak misali bırakamadım seni karanlığın boşluğuna... 

Uzun zaman oldu. Bir bilsen ne çok özledim, ne çok teşneyim sözlerine… Ah o sözcüklerin değiller miydi, dar sokaklarda bir divane gibi yol alan, bir yusufçuk gibi dağ tepe demeden kanat çırpan… Sözcüklerin değil miydi, bu yüreğe seni yerleştirip, sonrada sana hasret bırakan… 

Sen gittiğinden beri neler oldu neler!.. Baksana ellerimde diken yaraları var, kanıyor ne vakit dokunsam… Gözlerimde buğulanan birkaç damlanın sızısı kalmış, düştükçe yanıyor ciğerimin paresi... Ve biliyor musun, içim bir bazalt kadar sertleşti, yumuşamıyor hiçbir sözcük demetiyle…

Yoruldum çok yoruldum… Sevgili Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden; Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden!..” Bende usandım, yoruldum uyumak istiyorum. 

Beklide artık eytişimi bırakmak gerekiyordur, öyle değil mi(?) Ne çok kafa yorarsak o kadar derine doğru çekiliyoruz, bir garip destanın onulmaz sancısıyla… Hâlbuki ne ergenekon’dan çıkar bu destan, ne bir hallacın nasır tutan ellerine terk edilir, ne de bir anka kuşunun kanadında dağ tepe gezilir. 

Duygular harmanlanıp duruyor, bitmek bilmez bir yol arşınlanırken… Ve ben çok yoruluyorum, sensiz akşamların deminde nefes alıp verirken… Acıların mızrabı gönül tellerime dokundukça; senden uzak diyarların kollarında tüm zamanlar arafa mesken kalıyor. 

Bildiğim kelimelerin hepsini unuttum, bir meczup gibi dolanıyorum. Birkaç cümlelik huzur bulma telaşındayım. Şu içimdeki kırıkları satsam, bir yudum huzur satın alabilir miyim? Kim alır ki, bu kırıkları(?) Ben bile satacak yer ararken!.. Dedim ya, yorgunum hem de çok yorgun… Gidip gelip aynı köşe başındayım yine, yeniden işte… 

Her hücreme zehir gibi zerk ediyor insan denen mahlûkatın sözleri…Ve o gizledikleri yüzleri… Ah o yüzleri ayırt etmek öyle zor, öyle zor ki; akşamdan ıslamak gerekiyor boyaları aksın güzelce… Neye kaim olmuşlarsa görebilelim bizde... 

Üşüyor ellerim ve dokunamıyor umut dolu sözcüklere… Bütün sözcük kiplerinin boynu bükük kalmış karşımdalar öylece... “Bizi kaleme al” diye inliyorlar lakin benim gücüm yok, dermanım yok… Bir bilinmezin içinde kaybolmuşum yolum yok, yordamım yok… 

Bilirsin yemeklerde acıyı severdim, hala da severim lakin bu hayat denen yemeğin acısı pek fazla kaçtı be can… Ne yapalım, hani bir söz vardır: “ Misafir umduğunu değil, bulduğunu yermiş” bize de bu nasipmiş bu fani dünyada… 

Olmayan bir yolu yürüyüp geldim, zalimliğin şehrinde uzun uzun soluklanıp geldim. Yüreğim şimdi bu durumun ahvalini tecessüs etmeye çalışıyor. Bir serencamın sokaklarında adım atmak belli ki zor geldi ona… Öyle ya oldukça ağır geçti bu yolculuk; sicim gibi yağan yağmurlarda ıslandı ve bir gök gürültüsüyle aniden uyanıverdi… 

Her şey tarumar olmuşken, bu durumu tasnif etmek oldukça güç… Yine de içimdekileri bir şekle sokmanın zamanıdır, devam diyorum. Diyorum demesine de, parçalar darmadağınık ortalarda… Hangi birine uzansam kanayan yaranın ahı var karşımda… 

En iyisi bırakalım dağınık kalsınlar, zira hangi parça nerenindi unuttum, ya da unutmak istediğim için bir belleğin gizindeler öylece… Odamın duvarları buzdan kale olmuş, yansıyan hayalleri dahi üşütüyor. Zaten hayallerin çoğu dünden terk-i diyar etmişti, kalanlarsa şimdi soğuk duvarların izinde bir bir yitip gidiyorlar. 

Aslına bakarsan küskünüm be canım… Küskünüm her an varlığı tattırıp, sonra bir katreye çevirip yok edene, sözcükleri boynu bükük bırakıp üstüne birde rezil rüsva edene, gözlerimde alçaklaşan insana, küskünüm dünyanın hayhuyuna kapılmış ağyarın vefasızlıklarına, anlayacağın şu devr-i cihana küskünüm işte… 

Anlıyorsundur beni sen, öyle değil mi? Anlıyorsun biliyorum, uzağımda olsan da duyuyorsun bu yüreği… Ve sesin geliyor o bitmek bilmez uzakların bağrından: “Kaldır bakalım başını, yürümelisin şimdi” Yürüyecek hal mi kalmıştır ki yürüyeyim, diyemiyorum. “Peki” diyorum sessizce…
Bir bebek gibi korkarak usulca adımlar atmaya başlıyorum, sense düşmemem için karşımdasın yine o sıcacık avuçlarınla… 

Adımlarım sessizce beni takip ediyorlar, hayat kapısının girizgâhını tüm gücümle zorluyorum ve başarıyorum evet başarıyorum. İşte güneş orada, sabahlar yine sımsıcak… Ellerim, sözlerim, duvarları evimin, yine ısınmaya başlıyor. Yürüyorum “her şeye rağmen” inatla yürüyorum. Görmelisin bunu, ne olur çık gel..! Ayrılık inan ölümden beter. 

Hamiyet Akan 
16/11/2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Theme:deluxetemplates.net