~~~~~~~~~~~~~~~

04 Mayıs 2009

Maydanoz ve Dereotu

Soğuk rüzgârların, amansız yağmurların toprağı okşamaya başladığı zamanlardan bir gün, toprağın bağrına bir tohum düştü. Günler aylarla zamanı bölüştü. Zaman tohuma verdi gücü, minik tohum merhaba diyerek karşıladı günü…

Güneş tenini okşadı, sular genişletti bağrını. Yaprakları günbegün çoğaldı. Güçlü köklerini yavaş yavaş toprağın derinlerine doğru saldı. Her kök salışında biraz daha kendinin farkına vardı. Zaman hızla aktı; artık minik tohum değil, o güçlü bir maydanozdu.

Rüzgâr şarkısını söylerken, maydanoz güzel ve parlak yapraklarıyla dans ediyor, güneş gelip usulca gövdesini okşuyor, yağmurlar güçlenişine eşlik ediyordu. Velhasıl maydanozun keyfine diyecek yoktu.

Ama gün geçtikçe maydanoz bir eksiklik hissetti. Güzel yapraklarına baktı, güçlü gövdesini okşadı, başını çevirip sağa sola bakındı. Bir yarım kalmışlık var gibiydi ama neredeydi? Karar verdi, bu sorunun cevabını bir an önce bilmeliydi!..

Önce toprağa seslendi: “Ey beni besleyip, bağrında güçlendiren toprak anam... Söyler misin; nedir eksikliğim, nedir tamamlanması gerekenim?” Toprak lal oldu, bildiğini söyleyemedi. Sanki konuşmasına izin çıkmamış gibiydi.

Sonra güneşe döndü ve dedi ki: “ Ey içimi ısıtan, yapraklarımı bedenimi okşayıp beni güne kavuşturan… Söyler misin, nedir eksik olan?” Güneş çarçabuk bulutun ardına gizlendi, görünmekten kaçtı. Sanki bir cevap verse ışık huzmeleri parçalanacaktı. O da lal kesilip kaldı.
Maydanoz bu sefer yağmurlara seslendi: “ Ey bereketim, ey rahmetim, ey şifa olan yağmur tanelerim... Bilirsiniz siz beni, söyleyin nedir benliğimin eksikliği?” Yağmur taneleri hızlandı, birden tüm yükünü oracığa boşaltıp, maydanozun sorusuna cevap vermeden kaçtı.

Maydanoz yorulmuştu, bunca zaman onu besleyip büyüten herkes ondan kaçıyordu. Bir anlam veremedi. Sustu, öyle çok sustu ki; delice esen boranlara mesken bıraktı bahçeyi. Eksik olan hâlâ içindeydi ama o küskünleşti, aramaktan vazgeçti. Delice esen borana kendini teslim etti.
Boran çok acımasızdı ve maydanozu hırpalayıp, yok etmeye kararlıydı. Zaten maydanozda hiç oralı olmamaktaydı. Sanki geldiği toprağın bağrına yeniden gitmek ister gibi kendini bırakmıştı.
Tam umudunu kesmişti ki, bahçenin diğer ucunda beliren bir filizlenme keşfetti. İncecik yapraklar toprağı delip, geçmekteydi. Merakla uzattı başını, neler olup bittiğini görmek için can atmakta idi. İçini garip bir sevinç kapladı. Orada duran sanki onun yarım kalmışlığının tamamlayıcısıydı.

O gün çabucak gece oldu. Karanlık her yanı kapladığında, yıldızlar göklerin bağrını doldurdu. Çoktan başlamıştı tüm bahçedeki bitkilerin uykuya yolculuğu… Ama biri vardı ki uyutuyordu uykuları, seriyordu etrafına uykusuzluğu… Çünkü uyku tutmuyordu bir türlü maydanozu… Sabah biran önce olmalıydı ve gündüz görüp, büyülendiği bahçenin diğer ucundaki o güzelliğe hemen ulaşmalıydı. Artık sabrı kalmamıştı. Tüm gece sabırsızlıkla bekleyip durdu. Bu bekleyişin sanki sonu yoktu…

Maydanoz merak içinde bekleyip, heyecanına heyecanlar eklerken, sabahın ilk ışıkları da kollarını sonunda dünyaya uzattı. Gün ışığıyla birlikte bahçe aydınlığa kavuştu ve maydanoz hemen bahçenin diğer ucuna baktı. İşte o an, araya başka bitki yapraklarının duvar gibi girdiğini anladı. Kızgındı, öfkesinden ne yapacağını şaşırdı. Yapraklarını hırsla sallayıp durdu ama olduğu yerden kıpırdayıp, diğer uca ulaşması imkânsızdı.

Bahçenin diğer sakinlerine yalvardı yakardı. Tüm telaşı, o güzelliği bir kerecik görmek adınaydı.
Bu yakarışlara dayanamadı yapraklar, eğilip toprağa yapıştılar. Şimdi maydanozun karşısında ince zarif yapraklı bir dereotu durmaktaydı. Çok narindi, bir el değse sanki kopup, dünyayı terk ediverecek gibiydi.

Maydanoz bu zarif bitkinin güzelliğiyle büyülendi. Ondan alamıyordu bir türlü gözlerini… Dereotunun sessizliği, zarifliği onu kendinden geçirmişti. Tam o sırada dereotuyla göz göze geldi. Bakışları kitlendi, dünya duruverdi sanki. Tüm bahçedeki bitkiler yapraklarından çıkan hışırtıları kesti. Ortalığı sarmalayan bu büyüyü bozmak istememişlerdi. Ortalık şimdi efsunlu bir sessizlik içindeydi.

İşte tamamlanmıştı, maydanozun eksikliği… Maydanoz, mutluluğun zirvesindeydi. “Acaba, dereotu da onun gibi mi düşünmekteydi?” Bilemedi. Ama bir şeylerden emindi, çünkü bir sıcaklık ondan çağlayıp gelmekteydi.
Maydanoz mutlu olurda, hiç dereotu olmaz mıydı(?) Elbet o da onunla hemhal olmaktan, sabahları neşeyle güne merhaba demekten çok mutluydu. Sanki koca dünya sadece onlara sunulmuştu.

Zaman geçtikçe birbirlerine sımsıkı bağlandılar. Ne gözlerini, ne sözlerini birbirinden kaçırmadılar.
Ve bir bahar günü köklerini uzattı maydanoz, dereotu onu yalnız bırakmadı. Karşılık verdi; hemen sarıp, sarmaladı.. Unuttu dünya dönüyor mu, duruyor mu? Ne olursa olsun, işte şimdi iki yarım bir bütün oluyordu.

Günler yine hızla birbirini kovaladı. Maydanoz ve dereotu her gün yeni kök ve filizlerle toprakta ilerledi. Gün geldi birbirlerine yaklaştılar, köklerini birbirine doladılar. Gün geldi, her ikisini de savurdu araya giren rüzgârlar. Bazen güneş kuruttu, döktü yapraklarını ama hemen toparladı onları doğanın bereketli yağmurları… Tüm güçlüklere dayanıyorlardı. Dereotunun güçsüzlüğüne güç oluyordu maydanoz, sarıp sarmalıyordu onu hırçın rüzgârların, yırtıcı kuşların saldırısından…


Mevsimler değişmeye başlayıp, yazın o kavurucu sıcakları gelip kurulduğunda; sümbüller, leylaklar, ortancalar açıverdi yanı başlarında… Maydanozun çiçek rayihalarından biranda başı döndü, çiçeklerin renkleri gözlerini bürüdü. Öylesine benliğinden dışarıya yürüdü ki, efsunlu zarifliğiyle başını döndüren dereotunu unutuverdi.

Hâlbuki sözler vermişti; onu hep koruyup, gözetecekti. Ama ne var ki nefsine yenik düşmüştü. Cazip gelmişti çiçeklerin renkten renge bürünüşü…Önce görmek için can attığı dereotundan şimdi kaçıp, en büyük yaprakların ardına saklanmaktaydı. Dereotu şaşkındı. Ne yapacağını şaşırdı. Suskunlaştı, sarardı, hastalandı. Yapraklarını günbegün toprağa bıraktı. Her düşen yaprağıyla birlikte canından bir parçayı daha toprağa kattı ama başaramadı maydanozu yüreğinden söküp koparmayı. Uzaktan izledi, uzaktan sevdi. Sevinciyle mutlu oldu, gülümsemesiyle hayat buldu. Acısıyla kahroldu, yokluğuyla yok oldu. Öyle bir an geldi ki, dereotu kendini unuttu. Ben diye bir şey artık benliğinde yoktu. Baştan aşağıya giyindiği artık sadece maydanozdu.

Dereotu günleri gecelerine kattı, sabredip yüreğini dualarla yatıştırdı. Dudaklarından dökülen dualar tüm bitkileri, insi, cinsi ağlattı. “Ey Rabbim…” diyordu. Dediği an hıçkırıklara karışıyor ve devam ediyordu: “Sen’ki dağları dağlara yaklaştıransın, Sen’ki denizleri birbirine katansın, Sen’ki bulutların suyunu toprakla buluşturansın. Duy sesimi, ne olur bu buluşmayı mahşere bırakmayasın!”

Ses gelmiyordu Yaratıcı’dan… Belli ki dereotu sınanmaktaydı. Başka çaresi yoktu sabrına sabır katmaktan, dualarına bir yenisini ekleyip susmaktan… Sustu, dudak uçları parçalanana dek sustu. Yürek kavrulup, yanana dek sustu. Kül olabilse çoktan olup, tadacaktı yokluğu ama yanıp-yanıp diriliyordu. Her alev benliğini parelere ayırırken, ab-ı efsun âmâ ediyordu gözlerini fakat her şeye rağmen yeniden-yeniden diriliyordu bedeni…

Lakin gün geldi grileşti gökyüzü, silikleşip kayboldu maydanozun yüzü… Yankılanmaz oldu, cana can katan sözü ve ufak-ufak karışmaya başladı toprağa dereotunun özü… Önce ince narin yaprakları eğildi, toprağı öptü. Sonra gövdesi aniden toprağın koynuna düştü. O an anladı ki yaşadığı tüm zamanlar sadece bir düş-tü.

Kulaklarında şakıyan bülbüllerin sesi, bedeninde rüzgârın esintisiyle son bir kez baktı bahçedeki yerine… Tam teslim ediyordu ki ruhunu, bir şey sarmaladı onu. Evet, gelen oydu ama ne çok geç kalınmışlıktı bu!..

Maydanoz sıkı-sıkı sarıldı dereotuna, aflar diledi ardı ardına ama son tren yanaşmıştı artık ne fayda!.. Dereotu, yinede huzurluydu çünkü duaları kabul olmuştu. Bırakmamıştı Rabbi, bu buluşmayı mahşerin koynuna… Önce sımsıkı sarıldı maydanozun boynuna sonra uzaklaşıp gitti son trenin o sessiz vagonunda ve giderken emanet etti gözünün nurunu, güzeller güzeli Yaradan’ına…

Tüm bahçe dereotunun gidişiyle ağıtlara karıştı. Meyveler dayanamayıp bıraktı tutundukları dalları. Çiçekler terk etti renk cümbüşündeki raksı. Bahçenin yeşilliği birden renksizliğe çaldı. Artık bundan sonra diyecek söz kalmamıştı ama pişmanlık denizinde yüzen maydanozun söyleyecek sözleri vardı. Hafifçe kaldırdı başını, sildi buğulanan gözlerinin pınarlarını ve kelimeleri bir-bir dudaklarına aldı. Amacı, sesini tüm canlılara duyurmaktı. Kendi yaptığı hataları onlar bari yapmasındı.

Önce sustu, tüm kelimeler boğazına tıkandı. Sonra bir seferde haykırdı: “Eğer varsa avuçlarınızda sevgiden bir buse, sakın bırakmayın onu karanlığın sessizliğine… Alıp kondurun yüreğinizin en nadide köşesine… Çünkü sevmek, bahşedilen en güzel nimet… Bu nimetin değerini, vakit geç olmadan bilmek gerek!..”

Maydanoz anlamıştı hatasını anlamasına ama giden gitmişti artık ne fayda!...
Dilerim hiçbir canlı karşılaşmasın şu dünyada ayrılık acısıyla…

Hamiyet Akan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Theme:deluxetemplates.net